Sen kimsin...




Kendilerini yönetici rolüne öyle kaptırmışlardır ki, yönetmenin sadece bu rolü almak olduğunu sanırlar. Kararlarını, şirketin ve şirketteki her bir çalışanın geleceği için değil de, kendi başarılarını ve mevkilerini nasıl göstereceklerini düşünerek alırlar. Profesyonel bakmak mı?

Onlar zaten profesyonelliği uçurmuşlardır artık. İşte bu yüzden, yönetmeleri için gereken bilgileri toplamak yerine ulaşılamaz olmayı daha tercih ederler. Yönetmek için gereken teknik ise çoğu için dinlemektense, kendini ve sözünü dinletmek değil midir? 

Geribildirim mi  O nedir ki?

Mükemmel bir iş ortamı yaratmak için, her şeyden önce, çalışanlara odaklanan bir anlayışa sahip olmak gerekir...
Kendini sürekli öven kompleksli bir insan çıkıp da başınızın etini mi yiyecek? 

Başkalarının neler yaptığının farkında olmanız, çabalarını alkışlamanız, başarılarını takdir etmeniz ve arayışlarında onlara yardımcı olmanız gerekirken. 

Kısa, en son yaşanan bir örnek;

Genel müdür bir karar verir ve bu kararı tüm personele tebliğ eder. Bu karar 2018 yılına ait herhangi bir müşteri ile anlaşma yapılmamasıdır. Buna rağmen anlaşma yapılır ve en alt kademedeki personel bunu uygulamaya koyar. Fakat bu anlaşmalarda Genel müdür yardımcısının, Bölge koordinatörünün, Türkiye satış müdürünün, Bölge müdürünün ve Bölge satış müdürünün imzası vardır. Bu durumda Genel müdür kararına uymayan kimdir! Genel müdür bu durumda kimden hesap sormalıdır?

İşi doğru yapana yönetici; doğru işi yapana lider denir…

Eskiden bilgi az ve kıymetliydi. Bilgiye sahip olmak, güce sahip olmak demekti. Şimdi bilgi çok bol hatta fazla. Önemli olan bu bilgileri tasnif etmek, işe yarayanları ayırıp, bunlardan bir öngörü çıkarmak ve bunu şirketin yararına bir eyleme dönüştürebilmek. 

Herkesin her türlü bilgiyi edinebildiği, internet sayesinde istediği bütün bilgiye anında ulaşabildiği bir dönemde, şirketin içindeki bilgiyi birkaç kişinin elinde tutmak ve bundan bir güç devşirmeye çalışmak, eskiye ait, köhne bir anlayış.



Asla umutsuzluğa düşmeyin ama eğer düşerseniz,  umutsuzca çalışmaya devam edin…

Hayatın inanılmaz derecede hızlandığı, geciken bir kararın büyük kayıplara yol açtığı bir dünyada, her çalışanın zamanında ve doğru karar alması için, kendisine gerekli olan bilgiye her an ulaşması gerekir. 

Bilginin her çalışanla paylaşıldığı ortamlarda kimse bilgiyi bir güç kaynağı olarak kendi lehine kullanma ayrıcalığına sahip olamaz. Bilginin herkese açık olduğu ortamlar şeffaf olur ve güven yaratır.

Aksine bilginin saklandığı ortamlar ise, adaletsizliğe ve yanlışlara zemin hazırlar. Böyle ortamlarda bilgi, bir öğrenme ve karar alma aracı değil, bir çıkar ve tehdit unsuru olarak kullanılır. Bu anlayış, çalışanların ilişkilerini zedeler; şirketin ilerlemesini yavaşlatır ve şirketi rekabetin gerisine düşürür.

Kötü bir döneme girdiğinde ve her şey sana karşı gibi göründüğünde, bir dakika bile dayanamayacakmışsın gibi geldiğinde, “Sakın pes etme!” Çünkü işte orası 'gidişatın' değişeceği yer ve zamandır…

İnsanlar, başkalarının istediği gibi değil, kendileri gibi olmak ve bu şekilde kabul görmek isterler.  İnsanlar hangi din, mezhep, dil, ırk, cinsiyete ait olurlarsa olsunlar; hangi hayat tarzını benimserlerse benimsesinler, oldukları gibi kabul edilmek isterler.  
İnsanlar, ön yargısız kabul gördükleri yerde yaşamak, çalışmak ve üretmek isterler. Kendilerini rahatlıkla ifade ettikleri ortamlarda performansları artar, başarılı olurlar.

İnsanlar yaptıkları işin karşılığında hakkettikleri parayı almak isterler elbette ama insanlar sadece para kazanarak doyuma ulaşamazlar. İnsanlar paranın yanı sıra, işe yaramak ve başka insanlara faydalı olmak isterler.  Yaptıkları işte, böyle anlam bulurlar.

Ne demiş Pablo Neruda;
Yavaş yavaş ölürler
Alışkanlıklarına esir olanlar,
Her gün aynı yolları yürüyenler,
Ufuklarını genişletmeyen ve değiştirmeyenler,
Elbiselerinin rengini değiştirme riskine bile girmeyenler,
Bir yabancı ile konuşmayanlar,
Yavaş yavaş ölürler
Heyecanlardan kaçınanlar

Herkesin yaptığı işte kendi katkısını görebilmesi, elde edilen başarıdan kendine pay çıkartabilmesi ve bununla gurur duyabilmesi gerekir…


Her bir gününü aynı ortamda geçirdiğin insanlar ise sizin ruh halinizi belirleyici bir özellik taşır. Bir kere o yüksek sesle telefonla konuşan iş arkadaşın sayesinde sabrın gelişmiştir. Yan masanızda dedikodudan işini düşünmeye vakit bulamayan arkadaşın sayesinde de dünyadaki en gereksiz bilgileri öğrenmişsindir. 

Karşı masanızda sizi sinsice izleyen o gereksiz hırs küpü iş arkadaşın sayesinde de “Nasıl mütevazı olunur” un kitabını yazmışsındır. Aslında bir bakıma size iyi gelen sorunlar olduğu söylenebilir. En azından nasıl bir çalışan olmamanız gerektiğini üç boyutlu olarak görüyorsunuzdur.

Hayatın bizlere sunduğu en büyük ödül, buna değecek bir işte çok çalışma şansıdır…

Yorumlar

Popüler Yayınlar